Ahmet Şerif İzgören ile “Masallarda Bir Peri Çıkar Karşınıza Gerçek Hayatta Öğretmen” adlı kitabından yola çıkarak eğitimi ve öğrenmeyi, öğretmenleri konuştuk. Öğretmen olan babasının öğrencilerine nasıl güvendiğini anlatan İzgören, ezberci sisteme mahkum kalışımızın arkasındaki merkezi sınav uygulamasını da yine güven eksikliğine şu sözlerle bağlıyor: “Şu anki sistem o ezber kıskacından kurtulmamızı istemiyor diye düşünüyorum. Zaten amaç o olsa çok daha özgür müfredatlarla çok daha üretmeye yönelik bir eğitim sistemi kurarız. Sanırım bu ezber sisteminin, sınav sisteminin bütün göbeğinde aslında birbirimize söylemediğimiz gizli kelime ise; güvensizlik. Eminim herkes akıl ediyordur okulları daha değerli kılıp okullardaki notları daha değerli kılmayı. Merkezi sınavlardan kurtulmayı. Dünyanın hiçbir yerinde, değerli ülkelerde, eğitimi iyi yapan ülkelerde merkezi sınavdan uzak bir yaklaşımla okullarda yapılıyor sınavlar. Ama bizlerde herkesin kafasında aynı soru işareti var; “Acaba oralarda millet birbirine soru verir mi? Kopya döner mi?” Bütün problem orada bir yerde yatıyor aslında, birbirimize duymadığımız güven bütün o sınavlara ve eğitim sistemine yansıyor.”
Canan GÜLEÇ
Kitabın yola çıkış fikrini öğrenmek isterim, babanız da bir öğretmen. Onun mesleğe yaklaşımı ve anıları sizi ne kadar etkiledi?
Babamın öğretmen olması mutlaka etkiledi; evin içinde bir eğitim kültürü var, sürekli sınav kağıdı okunuyor, etrafta da öğretmen arkadaşları çok fazla var, eğitim üzerine evde hep konuşuyorlar, bir idealizm var eğitim üzerine. Zaten yıllar sonrasında da babam hakkında öğrencilerinin anlattıkları etkileyiciydi; sınav sırasında öğrencileri bırakıp dışarı çıkması, final sınavında içeride olmayışı, öğrencilere güven duyması konuşulurdu. Öğrencileri bana, “Her derste kopya çekerdik ama babanın dersinde çekmezdik” diyorlar. O yaklaşım eğitime farklı bir bakış kazanmamı sağladı.
İYİ ÖRNEKLER İYİYE GÖTÜRÜR
Ne kadar sürede öğretmen hikayeleri birikti? Yazmak için seçim yapma aşamasında zorlandınız mı?
Böyle bir kitabı yazmaya yaklaşık 6-7 yıl evvel karar verdim. O zamandan beri anılar birikiyor. Bu kadar öğretmen hikayesi arasından seçerken zorlandınız mı derseniz gram zorlanmadım; belki de iyi yaptığım şey o. İnsanlara fayda sağlayacak hikayeleri ve duyulmamışları seçebiliyorum. O yüzden çok rahat seçtim, bu öğretir, bu insanları geliştirir dediğim hikayeleri seçtim, çok fazla olumsuz anı da anlattı insanlar ama onların çok azı bir şeyler öğretirdi. Öğretebilecek olanlardan mutlaka içine koydum. Ama iyi örnekler iyiye götürüyor insanları, böyle düşünüyorum.
Kitabınız “coğrafya kaderdir” sözünün yerine “eğitim kaderdir” fikrini baskın kılıyor. Yaşadığımız şu günlerde eğitime dair kriz yönetimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bugüne dair kriz yönetimine baktığımızda iki şey söyleyebilirim aslında; şu anki Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk her halde yıllardır bütün toplumu sağ ve sol bir kişi üzerinde olumlu görüş belirttiği bir isim. İnsanlar dediler ki; liyakati var, hak ederek bu noktaya geldi. Çünkü daha önce Milli Savunma Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı yapıp Milli Eğitim Bakanlığı görevine getirilmiş isimler vardı. İlk defa bu alanda bir profesör geldi oraya, o göreve geldi. Şu anki Milli Eğitim Bakan Yardımcısı Reha Denemeç çok yıllardır tanıdığım bir insan, çok kaliteli, bilgiye odaklı biridir, siyasetle uğraşmaz, hep işle uğraşır, analitiktir. O yüzden karar alırken iyi kararlar alacaklarını, ellerindeki fırsatları iyi değerlendireceklerini düşünüyorum. Onlar da yapamıyorsa hepimizin işi çok zor görünüyor.
“ÖĞRETMEN MUCİZELER YARATIYOR”
“Teknolojiye yatırdığınız parayı öğretmenlere yatırın” dediğiniz bir bölüm var. Uzaktan eğitim, canlı ders gibi uygulamalarla okul hayatının sürdürülmeye çalışıldığı günlerde sizce teknolojik yatırım mı daha önemli yoksa öğretmen donanımı mı?
Teknoloji mi öğretmen mi deyince; öğretmen mucizeler yaratıyor, teknolojinin hiç olmadığı bir yerde bile. Teknoloji iyi bir fırsat ama önemli bir filtre öğrenciyle öğretmen arasında. Teknolojiyi dengeli ve yerinde kullanmakta fayda var. Dünyanın en iyi okulları teknolojiyi çok gerektiği yerde kullanıyorlar. Öğretmen mucize gerçekten, iyi bir öğretmen çocukların bütün hayallerini değiştiriyor. O yüzden kesinlikle öğretmen.
DOĞRU HİBRİT UYGULAMANIN MÜTHİŞ DÖNÜŞÜMÜ OLABİLİR
Yaşadığımız günler uzun sürerse eğitimde teknolojik yatırım ve öğretmen yetiştirme programları arasındaki denge yer değiştirir mi?
Teknoloji yatırımı ve öğretmen yetiştirme programları deyince zaten bunlar acayip iç içe. Müthiş bir fırsata doğru gidiyoruz aslında. En çok şikâyet ettiğimiz şey; “özel okullarda iyi öğretmenler var veya devlet okullarında kimi öğretmenler iyi, ya benim çocuğumun öğretmeni kötü olursa” derdi vardı. Oysa teknolojiyle beraber o alandaki en iyi öğretmenlerle çocukları birleştirme şansımız geldi. Doğru bir hibrit uygulama yapılabilirse çok iyi öğretmenlerden çocuklar ders alıp ardından kendi öğretmenleriyle uygulamalar yaparlarsa ve o öğretmenleri iyi yetiştirirsek… Özellikle çok iyi yaratıcı drama öğretmenleri var, Tülay Üstündağ gibi müthiş eğitici eğitmenleri var. Bunlar o ana öğretmenleri iyi yetiştirirse diğer öğretmenlere de müthiş modeller yetiştiririz, o öğretmenler de yapılan iyi dersleri izlerse… Asıl bu teknolojinin önümüzdeki senelerde Türkiye’ye müthiş dönüşü olur. Doğru kullanılırsa bence büyük bir fırsata dönecek gibi görünüyor.
Kitabınızda, iyi öğretmenlik örnekleri yanında öğretmeye dair yapılan hatalar da yer alıyor; “anlatmayı öğretmek sanma tuzağına düşmeyin” diyorsunuz. Sizce öğretmek nedir? Daha da önemlisi öğrenmek nedir? Öğrenciler ve hatta biz yetişkinler “öğrendim” derken kelimenin anlamını hakkıyla verebiliyor muyuz?
Burada iki tane mucize kelime var aslında, öğretmek ve öğrenmek konusunda. Öğretmek konusunda ‘hayal gücü, büyülemek, insanlara o alanı sevdirmek’. Cidden onu yaptığınızda, örneğin matematiği sevdirirseniz çocuk gidiyor Nesin Vakfı Matematik Köyü kuruyor. Ali Nesin’in matematiği sevmesi neler getirdi düşünün. Öteki tarafta öğrenmek deyince de bence anahtar kelime ve büyülü kelime ‘davranış değişikliği’. David Kolb’un Kazanım Teorisi diye bir teorisi var. Orada dörde bölmüş ve tüm teorileri tek tek saymayayım, insanların en son aşamasını söyleyeyim; “yüzde 12’si davranış değişikliği yapabiliyor” diyor. Orası öğrenmek dediğim yer diye düşünüyorum.
EZBER KISKACINDAN KURTULMAK MÜMKÜN MÜ?
İyi bir öğretmenin basmakalıp cevapları ezberletmemesi gerektiğini vurgulamışsınız. Çocuk yaştan itibaren sınav maratonuna hazırlanan günümüz nesli için ezber kıskacından kurtulmak mümkün mü?
Şu anki sistem o ezber kıskacından kurtulmamızı istemiyor diye düşünüyorum. Zaten amaç o olsa çok daha özgür müfredatlarla çok daha üretmeye yönelik bir eğitim sistemi kurarız. Sanırım bu ezber sisteminin, sınav sisteminin bütün göbeğinde aslında birbirimize söylemediğimiz gizli kelime ise; güvensizlik. Eminim herkes akıl ediyordur okulları daha değerli kılıp okullardaki notları daha değerli kılmayı, merkezi sınavlardan kurtulmayı. Dünyanın hiçbir yerinde, değerli ülkelerde, eğitimi iyi yapan ülkelerde merkezi sınavdan uzak bir yaklaşımla okullarda yapılıyor sınavlar. Ama bizlerde herkesin kafasında aynı soru işareti var; “Acaba oralarda millet birbirine soru verir mi? Kopya döner mi?” Kimse onlara güvenmiyor. Oysa okuldaki notları değerli kılsan ve sınav yerine geçse, torpilin olmayacağına herkes inansa, okullar bir anda inanılmaz değerli hale getirilir. Ama biz birbirimize ve onlara hiç güvenmediğimiz için merkezi bir sınav yapmak zorunda kalıyoruz. Ve her şeyi bitiren de o gibi geliyor bana. Özgürce fikir söylemeyi öğretmeden şık seçmeyi öğretiyoruz çocuklara. Bütün problem orada bir yerde yatıyor aslında, birbirimize duymadığımız güven bütün o sınavlara ve eğitim sistemine yansıyor.
Mesleğin özverili isimlerinin gölgede kaldığı bir geçmişimiz var. Şimdilerde ise sosyal medya ile öğretmenler çalışmalarını, projelerini hem meslektaşları hem de geniş takipçi kitleleri ile paylaşabiliyor. Bu popülerlik her zaman hak edilmiş bir başarı yansıması mıdır?
Sosyal medyadaki sayfaları takip etmiyorum. Sadece geçenlerde bir arkadaşım bir video yollamış; küçük bir öğrenci öğretmenine sarılıyor “Canım öğretmenim benim seni çok seviyorum” diyor. Öğretmen çaktırmadan videoyu çekiyor ve videoya bakarak “Bak öğrencim beni ne kadar seviyor” mesajı veriyor… O çocuğun sevgisi, senle onun arasında kalmalı diye düşünüyorum. Bu sosyal medya kullanımı, o popülerlik konusuna bakarsak, gerçekten bir öğretmen sınıf deneyimlerini yansıtmak için o çabayı gösteriyorsa, arkadaşlarıyla deneyimlerini paylaşıyorsa bu harikulade bir şey. Eminim o tür sosyal medya fenomeni öğretmenler de vardır. Bir de bütün eğitimini sosyal medya odaklı düşünüp, “Bu konuda ne paylaşım yaparım, buradan da ne takipçi edinirim” diye mi yaklaşıyorlar? Onu çok ayırt etme şansım yok. Onu her halde dikkatli takipçiler ayırt ediyordur. Kaçınılmaz bir şey gibi geliyor bana. Bir yandan da bakıyorum, doğuda bir yerde öğretmensin, iyi bir şeyler yapıyorsun ve o yaptıklarını sosyal medya vasıtasıyla insanlarla paylaşıp başka öğretmenlere de örnek olabiliyorsan çok değerli bir şey sosyal medya kullanımı. Oradaki gerçeklik ve yapaylığı, ne kadar şova yönelik olduğunu sanırım herkes ayırt edecektir. Öyle bir video gelmişti bir mevlit gecesinde video çekiyorlar, caminin içerisinde adam normal otururken kameranın çektiğini görünce başlıyor ağlamaya çırpınmaya. Orada gerçekliği ve gerçek olmamayı görüyorsun. Zaten sanırım bir konuşmacı sahneye çıktığında, bir eğitimci sınıftan içeriye girdiğinde öğrencilerin de dinleyicilerin de en dikkat ettiği şey samimiyet ve gerçekliktir. “İçten ve samimi bir insan mı yoksa rol mü yapıyor?” Sosyal medyada da eminim rol yapanı da vardır çok gerçekçi bir şekilde öğrencileriyle olan o iyi niyetli ilişkisini paylaşmak isteyen de vardır. Orada ayrım insanlarda ve çok faydalı olduğu kesin.
“OYUN OYNAMAYI UNUTTURMUŞUZ ÇOCUKLARA”
Dergimizin her sayısında bir dosya konumuz oluyor, bu konuya dair yazılmış tezlerden okuma yaparak öğretmenlerimize akademik kaynak metin oluşturuyoruz. Bu sayımızda da dosyamız, oyun. Bu noktada, kitabınızda alıntı yaptığınız Bernard Shaw sözünü hatırlayalım; “yaşlandığımız için oyun oynamayı bırakmayız, oyun oynamayı bıraktığımız için yaşlanırız.” Ülkemizde oyuna bakış açısında hatalarımız nedir? Geleceğin mutlu büyüklerini yetiştirmenin anahtarı oyun olabilir mi?
Eğlenmeyi bıraktığımız kesin hatta eğlenene bile bu kadar dert varken sen neyine eğleniyorsun diye yaklaşıldığı kesin. Bir instagram hesabım var, ben bir şey paylaşacağım zaman hemen bakmak zorundayım, “O gün şehit var mı? Trafik kazası var mı? Selden ölenler var mı?” Dikkat etmeli ve onların olmadığı günleri seçmek zorundasın. Gerçekten o anlamda zor bir ülke. Shaw’a gelince 90’lı yaşlarında ağaçtan düşüp sakatlanıp öyle öldü. Yaşamı çok tutkuyla yaşayan bir insan. “Nasıl bu kadar yaratıcı bir yazar oldunuz?” diyorlar, “Babam her gece bana bir masal anlatırdı” diyor. Oyun oynamayı unutmamak lazım. Yaşamın çok güzel bir parçası. 1 yıl ve yarım yıl olmak üzere 2 defa Kuzey Kıbrıs’ta yaşadım, hafta sonu çıktığında bir bakıyorsun 70-80 yaşında adamlar kuş gözlemciliği yapıyor; İngilizler. Bizde o iyi bir şey kabul edilmez. Hobilere sahip olmak, oyun oynamayı bilmek unutulmaması gereken bir şey. Eğitimlerde onu yaşıyorum. Birleşmiş Milletler’e eğitimler veriyorum liderlik üzerine. Oyun oynatıyorsun, 60 yaşındaki adam yerde yuvarlanıyor. Kıbrıs’taa Doğu Akdeniz Üniversitesine hocalığa gittim. Oyun oynatacağım 18 yaşındaki çocuklar diyorki “İçeriye girsek de tahtada anlatsanız olmaz mı?” Oyun oynamayı unutturmuşuz çocuklara. Bu çok sorgulanması gereken bir şey. Ülke kültüründen ayırt etme ihtimalimiz yok. Ve bu kadar fedakar iyi öğretmenlerin olduğun bir ülkede oyun oynamayı öğrenmemiz lazım diye düşünüyorum.
Bursa’da yer alan Nilüfer İş Okulu ve NİŞ kafeye dair yazdıklarınızı kentime dair bir örnek olduğundan ayrı bir sevgiyle okudum. Özel çocuklarımızın öğretmenlerinin çok daha sıkı bir iletişim kurabilmesi gerekiyor. Özel eğitim öğretmenlerinin yetiştirildiği eğitim fakültesi programlarını nasıl değerlendirirsiniz?
NİŞ Kafe destek verdiğim yerlerden bir tanesi. Özel eğitim okulları yani çok engelli var ülkede. 11 milyona yakın olduğu söyleniyor ve bir şekilde evdeler. Dışarıda hayatı bizimle beraber yaşamıyorlar. Özel eğitim alanı bildiğim bir konu değil, özel eğitim alanının eğitimi konusunda bir şey söylemek çok haddim değil ama bir vatandaş olarak sevgi göstermeye, yakın durmaya ve yapabildiğimce destek olmaya çalışıyorum.
Geçmişten günümüze öğretmen profillerine, özverili çalışma, üretme, çocukların hayatına dokunma anlamında baktığınızda öğretmen yetiştirme programlarımızda da eksikler var mı sizce?
Öğretmen yetiştirme programlarımızda da eksiklik deyince bir kere öyle bir program var mı ona bakmak lazım. Arkadaşım Hakan’ın kızı üniversiteyi bitirdi, bu 1 yıllık formasyon programına katılıyor. 2 ay sonra gelmiş eve “Baba ben katılmak istemiyorum bu programa.” demiş. Nedenini sorduklarında, şöyle cevap veriyor: “Profesör bize ders anlatıyor, arkasını dönüyor, bilgisayarı açıyor, tahtadan okuyor; interaktif olun, öğrencileri derse katın, slaytları okumayın. Yani ne anlatıyorsa içerde tersini yapan bir adam, böyle eğitim olur mu?” Çok acı değil mi kendini geliştirme duygusunu kaybetmiş olmak? “Eksikler var mı?” sorusunu bırakın, gerçekten şöyle bir sarsmak lazım o eğitim programını.
Çocukluk arkadaşım Şinasi Oğuz, yıllarca Silahlı Kuvvetlerde dil öğretimi üzerine çalıştı. Müthiş bir adamdır. Bana şunu anlattı: “Bir arkadaşımın eşi dönem başında öğretmen yetiştirme programları seminerlerine katılacak. 5 aydır evde ve okula gitmiyor. Ve 20 günlük rapor aldı, o seminere gitmemek için. Çok insan ruhunu kaybetti biliyor musun?” Önce, ruha sahip öğretmenlerimizin olması lazım. Bunu söylerken, “O öyle yaptı, bütün öğretmenler de öyledir” değil, bir tane örnek veriyoruz. O kadar fedakar öğretmenler var ki. Bir de ruhunu kaybetmiş öğretmenler var. “Hocam nereden bu kadar iyi biliyorsun?” diyorlar, o kadar çok mektup ve instagramdan yazan var ki. Öğretmenlerden mektup geliyor, diyor ki “Kendimi yalnız hissediyorum öğretmenler odasında. Ben cesaretle bir şeyler öğretmeye çalışırken, başka öğretmen bana engel oluyor.” Aslında toplumun her yerinde iyi ve kötüler var. Her meslekte var. Bu meslek ama çok özel bir meslek, ülkenin geleceği bu mesleğin ellerinin içerisinde ve en kilit noktalardan birisi. Hani eğitim sistemini baştan sona düzeltmek istiyorsak, çok liyakatlı çok iyi okul müdürleri atamamız lazım. Bu okul müdürü adil olmalı ve içerde iyi öğretmeni fedakar öğretmeni ve kötü öğretmeni ayırt etmeli. Çünkü sen ta bakanlıkta ayırt edemezsin. Belli üniversitenin belli bölümlerinden mezun birilerini seçmek yerine liyakatlı insanları oralara getirip canavar gibi idealizmini kaybetmemiş o çocukların ellerinden tutmak lazım. Masallarda Bir Peri Çıkar Karşınıza Gerçek Hayatta Öğretmen kitabında bahçede sigara içen bir öğrenciye bir öğretmenin ceza vermek üzere giderken yaşlıca bir öğretmenin onu tutup, “Oğlum o çocuğun 2 kardeşi cezaevinde, anne babası suçlu. O çocuğun burada bahçede sigara içmesi bile nimet” deyip sonra o yaşlı ve genç öğretmenin çocuğu adam ediş hikayesi var. Çok iyi öğretmenlerimiz var ve bize örnek olmalılar diye düşünüyorum.
Sizin hayatınıza bakacak olursak, karşınıza çıkan öğretmenlerinizi düşündüğünüzde bizimle paylaşmak istediğiniz bir anınız var mıdır?
Kendi öğretmenlerime gelince gözlerimi dolduracak kadar iyi öğretmenlerle çalıştım. Kötü öğretmenler de oldu ama adlarını bile hatırlamıyorum açıkçası. Zaten güzel olan o, kötü dediğim öğretmenin, saçın azıcık uzun diye eline cetvelle vuran öğretmenin adını bile hatırlamazsın. Ama hatırladıklarımı adlarını olur da atlarsam diye çok korkarak söyleyeyim; Sevim Baturkan, Atalay Kibaroğlu, Mustafa Uçak, Mehmet Alkan ve daha isimlerini sayabileceğim o kadar değerli öğretmenlerim oldu ki, zaten onlar o cesareti verdi, bugün bir şeyler yapmaya çalışıyorsak onların sayesinde. O yüzden adı unutulmayan o öğretmenlerden biri olmak çok daha değerli gibi geliyor. Zaten Öğretmenler Günü gelince heyecanla o öğretmenlerini arayıp onlara ulaşmaya çalışıyorsun.