Öğrenme ortamında gürültü kirliliğinin olumsuz etkilerini araştıran Doç. Dr. Mızrap Bulunuz, havayı ve suyu kirletmediği için gürültüyle yeterince mücadele edilmediğini söyleyerek, “Sessizlik zihni özgürleştirir, gürültüyse düşünceyi imha eder. Ciddi boyutta gürültü kirliliği var ama bu konuda duyarlılık, bilinç eksikliği olduğundan çoğu öğretmen ve veli tehlikenin farkında değil. Yavaş ilerleyen soyut ama sinsi tehlikenin etkileri tehlikeli boyutlara varıyor” dedi.
* Canan GÜLEÇ
Okullardaki gürültü kirliliğinin öğrenme üzerindeki olumsuz etkilerini araştıran Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Temel Eğitim Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Mızrap Bulunuz, çocukların zihin ve kulaklarında oluşacak hasarların geri dönüşü olmadığına dikkat çekti. Kirlilik denilince havayı ya da suyu kirleten, gözle görülür zararların akla geldiğine değinen Doç. Dr. Mızrap Bulunuz, şunları söyledi: “Ciddi boyutta gürültü kirliliği var ama bu konuda duyarsızlık, bilinç eksikliği çok üst seviyede. Çoğu öğretmen ve veli çocuklarda oıluşan zihinsel ve işitsel hasarın farkında değil. Gürültü; havayı, suyu, toprağı kirletmeyen, görülmeyen bir kirlilik. Bu boyutuyla soyut ama sinsi bir kirlilik. Yavaş ilerliyor fakat etkileri tehlikeli boyutlarda ve telafisi mümkün değil.”
OKUL PLANLARI DİKKATLİ HAZIRLANMALI
Öğrenme ortamının öğrenme üzerine etkisini inceleyen birçok araştırma bulunduğubu vurgulayan Mızrap Bulunuz, “Örneğin uygun fiziksel çevre ve okula devam eden çocukların okuma, dinleme, dil gelişimi ve matematikte anlamlı olarak daha başarılı olduklarının tespit edildiği bulunmuştur. Burada öğrenme ortamının aydınlatma, akustik ve düzen açısından dikkatlice planlanmış olması öğrencilerin okula devamı ve disiplinli olmalarına katkı sunmuştur.” dedi.
İŞİTSEL UYARANLARDA DENGELİ YAKLAŞMALI
Mariale Hardiman’ın Beyin Araştırmalarını Etkili Öğretimle Bütünleştirme adlı kitabından örnek veren Bulunuz, şunları söyledi: “Öğrenmeyi etkileyen fiziksel çevre unsurlarının başında sınıflardaki görsel olarak uyarıcıların çekici olması, arka plan gürültüsü, sınıf aydınlatması ve sınıf kokusu gelmektedir. Fiziksel çevrenin öğrenmeye etkisi iki kurama dayanmaktadır. Birincisi uyarıcı girişi seviyesinin tepki seviyesi çıkışını kapsayan ilk kuramdır. Buna göre uyarıcı girişinin artmasının buna denk bir tepki çıkışı artışıyla sonuçlanacağını varsaymaktadır. Genel olarak davranışçı öğrenme modeline dayanan bu kuram günümüzde yerini optimal düzeyde uyarılma kuramına bırakmıştır. Optimal düzeyde uyarılma kuramına göre çevredeki dış uyarıcıların miktarı çocuğun fizyolojik, dikkat ile ilişkili ve davranışsal tepkisiyle bağdaştırılmalıdır. Buna göre bireylerin, çevresel faktörler dalgalandığı takdirde sabit tutmak için çabalayacakları biyolojik olarak belirlenmiş optimal seviye uyarıcıları bulunmaktadır. Bu nedenle organizma, yeterli uyarım olmadığında, heyecan arayıcı aktiviteler başlatacak, çok fazla uyarıcı veya uyarıma maruz kaldığındaysa aktivitelerini kısıtlandırıp uyarıcılardan kaçınacaktır.”
İŞİTSEL UYARANLAR BEYNİN SİSTEMİNİ TIKIYOR
Koku, ses ve görsellerin öğrenmeyi etkileyen çevresel faktörlerin ilk sırasında yer aldığını söyleyen Bulunuz, görsel uyaranların öğrenmeyi olumlu etkilemesine karşılık işitsel uyaranların olumsuz etkilerinin yüksek olduğuna dikkat çekti. Bulunuz, görsel ve işitsel uyaranlara dair şu bilgileri paylaştı: “Beyin saatte 36 bin görüntü kaydeder ve beyin hücrelerinin yüzde 40’ı gözle ilgilidir. Beyne giren verilerin yüzde 90’ı görmekle ilgilidir. Ortama ne kadar çok görsel uyaran koyarsak o kadar fazla öğrenir. Ama aynı şeyi işitsel uyaranlar için söyleyemeyiz. İşitsel uyaranların fazla olması beynin çalışma sistemini tıkıyor, alınması gereken mesajları engelliyor. Ülkemizde çocukların yılda 2 bin saatinin büyük kısmını akustik temelden yoksun olarak tasarlanmış okul ortamında geçirdikleri göz önünde alındığında, bu fiziksel çevrede yapılan eğitimin potansiyel etkileri derin, bedeli çok ağırdır. Sınıf ortamının öğrenmede oynadığı ayrılmaz rolü 19. yy başlarında fark edenlerden birisi Maria Montessori’dir. Montessori’nin meşhur eğitim materyallerinin çocuklara sıralama, sınıflama, yapı ve örüntü gibi kavramları kazandırarak büyüme gelişmelerini desteklediği biliniyor.”
GÜRÜLTÜ BEYİNDE KALICI HASAR BIRAKIR
Okul ortamındaki gürültüden öğrencilerin sorumlu tutulmasının yanlış bir değerlendirme olduğuna değinen Bulunuz, “18 yaş altında ve korunmaya muhtaç olarak kabul edilen çocuklar, gürültünün kendisine verdiği zararı bilemez. Bu yüzden de sorumlu tutulamazlar” dedi. Çocukların kendini koruma yetisinden yoksun olduğunu belirten Bulunuz, gürültünün kalıcı hasarlarına dair şunları söyledi: “Gürültünün beyinde kalıcı hasarları var, işitme kaybı başlıyor ve bir kere oluştuğunda geriye dönüşü mümkün değil. Bunun dışında daha şiddetli etkisi, çoğu psikolojik zarar olmak üzere çocuğun gelişimini ve zekasını olumsuz etkiliyor. Gürültü bilginin kısa süreli bellekten uzun süreli belleğe aktarımına engel oluyor. Gözlerinizi kapattığınızda görsel uyaranlar sınırlanıyor ama kulaklarınızı kapatmakta bu etki olamıyor.”
MÜZİK DİNLEMEK ZİHNİ NASIL ETKİLER?
Gürültünün genelde dar odak veya fazlasıyla seçici dikkate sebep olduğunu belirten Bulunuz, bu nedenle gürültü veya çok fazla işitsel uyarımın beyinin aşina olunmayan, karmaşık işleri yerine getirmesine engel olduğunu söyledi. Arka plan müziğinin derste öğrencileri rahatlattığı, olumlu duyguları uyandırdığı ve hatta motivasyonlarını artırdığı görüşünü hatırlatan Bulunuz, “Ancak öğrenciler karmaşık düşünme ve konsantrasyon gerektiren işleri yaparken, örneğin matematik problemleri çözerken ya da kompozisyon yazarken, sessiz, sakin ve sükunetli ortamlarda bulunmaları daha faydalıdır. Howard sınıfta arka plan müziğinin, konsantrasyon ve fazla düşünme gerektirmeyen rutin işler yapılırken kullanılmasını önermektedir. Ne yazık ki okulda gürültü kronikleşmiş ya da çözümsüz bir problem olarak görülmektedir.” dedi.
GÜRÜLTÜ KİRLİLİĞİYLE MÜCADELE KANUNLAŞTI
Avrupa Birliğine Uyum Yasaları çerçevesinde gerek Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı yönetmeliklerinde gürültü konusuna yer verildiğini hatırlatan Bulunuz, yeni düzenlemeye dair şu bilgileri aktardı: “2017 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi ile birlikte çalışma yürütmesi ve tüm binalarda akustik yalıtımı zorunlu hale getirmesi bu alandaki en önemli gelişmedir. Eğitim tesisleri gürültüye birinci derecede hassas alanlar olarak belirlenmiştir. Çünkü ülkemizde yapılan araştırma sonuçları genel olarak ilk ve ortaokulların gürültü düzeyinin oldukça yüksek düzeyde olduğunu göstermektedir. Yeni düzenlemede binalar A’dan F’ye en iyi akustik performanstan en düşük performansa sınıflandırılmıştır. Eğitim tesisleri için en düşük C akustik performansa sahip olmak zorunlu hale getirilmiştir. Bu sınıftaki bir okul için kabul edilebilir arka plan gürültüsü 39dB olarak belirlenmiştir. Ne yazık ki, yapılan ölçümler ders sırasında sınıflarda ses düzeyinin ortalama 65 dB, teneffüste ise 85dB’in üzerine çıktığını göstermektedir. Ölçülen bu düzeyler ne ders işlemek için, ne de teneffüste dinlenmek için uygun değildir. Ders yapma ve dinlenmenin mümkün olmadığı bir ortamda eğitim-öğretimin kalitesi ve verimi düşecektir. Okulun öğrenme ortamı ve iklimi bozulacaktır. Sessizliğin, sakinliğin ve sükûnetin yerini gürültü patırtı ve karmaşaya bıraktığı ortamda etkili ve verimli eğitimden söz edilemez. Hiç kuşkusuz ülkemizin hedefi yaratıcı bireyler yetiştirmektir. Ancak en verimli zamanlarını yüksek gürültünün yaşandığı bir atmosferde geçiren çocuk ve gençlerimizin yaratıcılığının gelişmesi oldukça güçtür.”
OKUL ARSALARINI DOĞRU SEÇMEK GEREKİYOR
Okuldaki gürültüyü içeriden gelen ve dışarıdan gelen olarak ikiye ayırmak gerektiğini vurgulayan Bulunuz, projesinin doğuşuna dair şu bilgileri aktardı: “Dışarıdaki gürültüyü izolasyonla uzaklaştırabilirsiniz. Okullar en kalabalık yerlere kuruluyor, çok yanlış seçim. Okulların sessiz yerlere yapılması gerek. Yurtdışı modellere bakacak olursak, Amerika’da bulundum, Avrupa’da da gözlem yaptım, okullar genelde sessiz ağaçlık yerlerde. Biz ülkemizde haftada 1 gün okula inceleme yapmaya gidiyoruz, eve döndüğümüzde hissettiğimiz yorgunluk çok yüksek. Öğretmen ve çocukların durumunu tahmin edemezsiniz. Oysa yurt dışında okula girdiğinizde öğrenci yok sanırsınız. Bu farkı yaşadıktan sonra, ‘Okulda gürültü kirliliğinin nedenleri- etkileri, kontrol edilmesi’ projesini başlattık.”
SÜKUNET KIT KAYNAKLAR BAŞINDA GELİYOR
Gürültü kirliliğinin sesle başlayıp günümüze dek devam eden bir süreç olduğunu söyleyen Bulunuz, ‘Gürültü; Sesin Beşeri Tarihi’ kitabından şu bilgileri paylaştı: “Avrupa’da gürültüye karşı tepki 16. yüzyılda başlıyor, 1700’lerde insanlar artık sessiz ev tasarımları arayışına giriyorlar. Yazar Thomas Carle, rahat düşünüp yazmak için ses yalıtımlı ev inşa ettiriyor. Gürültü kirliğinin günlük hayata etkisi, 19. yüzyılda sanayileşme, şehir trafiği, apartman gürültüleri ile birlikte artıyor, uykusuzluk ve sinir çöküntüleri oluşuyor. Günümüzde, huzur ve sükunet en kıt bulunan kaynak olarak tanımlanıyor.”
SESSİZLİK ZİHNİ ÖZGÜRLEŞTİRİR
Hayatının denetimi kendi elinde olmayan çocuklar ve hastaların gürültüden en çok zarar gören kesimi oluşturduğuna değinen Bulunuz, “1920’lerde Amerika’da gereksiz sesle mücadele dernekleri var, ama ülkemizde o yıllarda bunun önemi bilinmiyor. Zenginlerin birbirinden uzak evlerde yaşamaya başlaması da sessizliğin konforunu keşfetmelerindendir. Sessizlik ve sükunet talebi orta sınıftan geliyor; okumuş eğitimli kesim bunlar. Alışveriş merkezlerinde kullanılan yüksek sesli fon müziği beyin fonksiyonlarını etkilemekte; sessizlik zihni özgürleştirir, fon müziği ve gürültü düşünceyi imha eder.” dedi.