2021-2022 Eğitim- Öğretim yılında, Erasmus il konsorsiyumunun bize tanıdığı imkan ve fırsattan istifade ederek, birçok sürecini Nisan- Eylül arasında tamamladığımız kısa süreli hareketliliğimizi Ekim ayına planlayarak gerçekleştirdik çok şükür.
Okulumuzdan titizlikle seçtiğimiz 4 öğrencimiz benim refakatimde, 5 günlüğüne Almanya ve Hollanda’ya gittik, döndük.
Bu seyahatimizle ilgili bir kaç notumu paylaşmak istiyorum.
Öncelikle, Avrupa’nın bazı ülkelerinde partner okul bulmanın zorluğunun altını çizmek isterim. Almanya, Hollanda, Belçika, Fransa gibi ülkelerde, 10’larca okula mail attık. Birçok ülkede/ şehirdeki arkadaşlarımızı, eşimizi dostumuzu devreye soktuk. Ancak hepsinden ret cevabı aldık. Hepsinin bir bahanesi vardı. Neden sonra, tanıdığımız, eşimiz, dostumuz olan insanlar vasıtasıyla, rica minnet bir okul bulabildik.
Hollanda’nın Almanya sınırına yakın Cuijk şehrindeki okulumuza Almanya’dan geçecektik. Oraya inmişken, bir sevgili dostumuzun davetine icabet ederek, iki gün program öncesinde, iki gün de program sonrasında Almanya’da kalarak birkaç şehir gezme fırsatını yakaladık. Bu dostum sayesinde, gezimizin gayri resmi ayağı olan Almanya seyahatimiz çok daha öğretici ve verimli geçti.
Gittiğimiz okulun iki şubesi vardı. Birisi daha ziyade çok programlı meslek lisesi formatında bir okuldu. Diğeri ise ağırlıklı olarak akademik eğitim vermekteydi. Her ikisinde de gözlem yaptık.
Öncelikle en temel özellik, yaparak, görerek, deneyimleyerek öğreniyorlar.
Her dersin, o derse göre dizayn edilmiş sınıfları, laboratuvarları var. Her ders için çocuklar o dersin / o öğretmenin sınıfına gidiyorlar. Dersleri orada işliyorlar. Coğrafya sınıfı, tarih sınıfı, İngilizce sınıfı, kimya laboratuvarı, yemek atölyesi, elektrik tesisat atölyesi, duvar örme atölyesi… gibi.
Öğrencilerimiz, kimya atölyesinde, öğretmenle birlikte bir ders saatinde şampuan yaptılar, duvar ördüler, yemek yaptılar.
Her öğrencinin, her derste yanında taşıdığı ve kullandığı laptopu var. Tüm laptoplar aynı özelliklere sahip ve öğrenciler, o laptopları kendi paraları ile almak zorundadırlar. (Devlet dağıtmıyor) Türkiye’de de bir türlü kullanıma sokulamayan, her öğrenciye ulaştırılamayan tablet projesini hatırladım. Bizimkiler, bazı uygulamaları oralarda görüp, bizde de uygulamaya kalkıyorlar, ancak istikrar, devamlılık olamayınca, politikalar yap boz tahtası gibi sürekli değişince projeler kadük kalmaya mahkûm oluyor.
Ayrıca öğrenciler kamyon yükü ile kitap ve hazırlık/ test kitabı taşımak zorunda kalmıyorlar.
Öğrencilerin neredeyse tamamı ve -hatta öğretmenler- okula bisiklet ile geliyorlar. Okul saat 8:00’de başlıyor. Sabah saat 07:00’ de bisikletlerle yola dökülen anaokulu, ilkokul, ortaokul, lise vs öğrencilerini bol bol fotoğrafladım. Servis minibüsü, okul otobüsü gibi bir şey yok. Okulda yemek çıkmıyor. Kantin diye bir yer yok. Öğrenciler ve öğretmenler evlerinden getirdikleri yemekleri yemek salonunda yiyorlar. Dünyanın en müreffeh ülkelerinden birinin müreffeh çocuklarının lay lay lom bir hayat yaşamadıklarını söyleyebilirim. Diyebilirim ki, çocuklarına bizim kadar acımıyorlar. İyi de yapıyorlar.
İşçiler için de aynı durum söz konusu. Fabrikalarına kendi imkanları ile gitmek (bisiklet ile.), yemeklerini yanlarında götürmek zorundalar) Servis minibüsü üretip, bize satıyorlar, genç genç insanlarımız, üretimde çalışmak yerine servis şoförlüğü adı altında bir türedi mesleğe sahip oluyor. Ayrıca, çocuklarımız da hayattan izole olarak okullarına gitmek durumunda kalıyorlar.
Öğrenciler okula gelince, and okuma, istiklal marşı okuma, bayrak töreni gibi bir ritüel için okulun önünde toplanıp, mahalleye canlı yayın yapmıyorlar. Doğrudan sınıflarına giriyorlar.
Sınıflarına girmeden önce öğrenciler, kılık kıyafet kontrolü yapan nöbetçi öğretmenlere, idarecilere, ‘annem akşam yıkadı, kurumadı sabaha kadar’ gibi yalanlar söylemek zorunda kalmıyorlar. Ayrıca, formalarının üstüne başka bir şey giyip, öğretmen sorunca, üsttekini çıkarıp, altından formayı göstermek gibi ikiyüzlülüğe mecbur kalmıyorlar. Çünkü forma giymek zorunda değiller. Nerede ne giymesi gerektiğine dair bir tercih hakkına ve yetkinliğine sahip olabildikleri velilerince ve öğretmenlerince kabul ediliyor.
Bizde de 2013’te (Bu tarihte kılık kıyafet zorunluluğu kalkmıştı) bir takım tek tipçi Mussolini kafalıların, serbest bırakılan kıyafete karşı velileri örgütlediği gibi bir imkana (!) Hollanda sahip değildi maalesef…
Öğrencilerimin, okulumuz ile ilgili yaptıkları sunumda, her öğrencinin siyah bir tshirt ile görüntülerini görünce, ‘Şimdi soracaklar, o çekimi yaptığınız gün bir şeyin yasını mı tutuyordunuz” diye düşünmüştüm. Allah’tan sormamışlardı.
Öğrenciler, öğreneceklerini LGS ya da YKS sınavında sorulacak diye öğrenmiyorlar. Hayatta lazım olabilecek bilgiler ve beceriler olarak öğreniyorlar. Çünkü onları bekleyen LGS ya da, YKS gibi üç harfli sınavları yok. Üç harfli sınavlar olmayınca boyları kadar, üç harflerin çeşitli kombinasyonlarının kapaklarında uçuştuğu rengarenk kitapları taşıma ve günde yüzlerle ifade edilen soru çözme lüksünden (!) mahrum kalıyorlar.
Öğretmenleri, öğrencilerinin sadece en pratik yoldan soru çözme becerilerini geliştirmeye çalışmıyorlar. Eğitim- öğretimin üç harfli sınavda başarılı olma becerisi kazandırmaktan öte, -bizde tali olan- temel yaşam becerilerini geliştirmek gibi bir amacı öne çıkıyor.
Ayrıca, üç harfli sınavların olmayışı, kolay yoldan 100’lük ortaöğretim başarı puanı elde etmek ve sınavlarda soru çıkmayan ya da az soru çıkan derslerden, mevzuatın etrafından dolaşmak suretiyle muaf olmak için servetler akıtarak özel okullara gitme ihtiyacı hissetmiyorlar.
Ya da, ‘açığa geçip’ bir dershaneye devam ederek sözde online sınavına geçip ‘gereksiz’ derslerden muaf olma ihtiyacı hissetmiyorlar. Nasılsa bütün Eğitim Öğretimin amacı ‘sınav kazanmak’ değildir.
Gelecek sayıda devam edeceğim inşaallah.