İlahiyat Fakültesinden yeni mezun bir arkadaşımla konuşuyordum. Bana sordu: “Öğrencilerinizin dine, Allah’a bakışı nasıldır? Çoğunluğunun ateist- deist olduğu doğru mudur?”
Tabii ki, ‘gençler arasında deizm ve ateizm patlaması yaşanıyor’ ‘Propaganda’sından hepimiz etkileniyoruz. Çok dillendirilince bu bilgiyi mutlak bilimsel bir kabul gibi benimsiyoruz.
Oysa çalıştığım okullarda –ki çoğunluğu seküler olan bir sosyolojik çevrede çalışıyorum—abartılacak kadar bir ateist/ deist furyasına rastlamadım. Evet, Din/ İslam diye bilinen ve yaşanan bazı uygulamaları makul bulmuyorlar ve yer yer saçma buluyorlar. Gerek yurt içindeki, gerekse yurt dışındaki Müslüman dindar davranışlarından bazılarını eleştiriyorlar. Ancak, çocuklar pireye kızıp yorgan yakmıyorlar. “İşin aslı nedir?” diye soruyorlar. Makul bir açıklama arıyorlar. Tatmin olmak istiyorlar.
- Sınıfların ilk konusu, ‘Allah’ın Varlığı ve Birliği’ ni işlerken, konuya, “Allah’ın adını ilk defa nerede, nasıl duydunuz?” şeklinde bir soru soruyorum.
Öğrenciler, ‘Kulaklarına ezan okunmasından, camideki ezanlardan, anne babalarından, büyüklerinin konuşmalarında geçen Allah lafızlarından, erken çocukluklarında gittikleri camideki yaz Kur’an kursundan, ilkokul, ortaokul din hocalarından, okudukları kitaplardan ve kısmen Kur’an’dan… vs duyduklarından bahsediyorlar.
İkinci soru: “Kültürel bir miras olarak Allah’ın var olduğu bir toplumda dünyaya geliyorsunuz. İçinde doğduğunuz sosyal çevre Allah’ı size öğretiyor. Peki, size göre Allah gerçekten var mıdır? Hiç düşündünüz mü?”
Bu soruya geçen yıl aldığım cevaplar ile bu yıl aldığım cevapları kabataslak karşılaştırmak ve okuyucularıma sunmak istiyorum.
Aldığım cevapları not etmedim. Ve bu soruları bir araştırma verisi olarak kullanmak için sormadım. Çocukların verdikleri cevaplara yeni sorular (Emin misiniz? Nasıl emin oldunuz? Sosyal çevrenizden öğrenmeseydiniz nasıl yapardınız?… gibi) sorarak konuları işlemek bakımından sordum. Ayrıca bu cevaplardan bilimsel bir sonuç çıkarmak için yetkin olduğumu da iddia etmiyorum. Bu işin ayrı bir uzmanlık konusu olduğunun farkındayım.
Geçen yıl girdiğim 10. Sınıflarımdaki (yaklaşık 250-300 öğrenci) öğrencilerimin en fazla 5 tanesi, ‘Yoktur. İnsanların var saydığı/ kurduğu/ yarattığı bir varlıktır’ cevabını vermişlerdir.
Yaklaşık 100-150 öğrenci de ‘Emin değilim, Bilmiyorum. Olabilir de, olmayabilir de, bilemeyiz…”
5-10 öğrencim de, “hiç düşünmedim. Varlığı ya da yokluğunu düşünmemiz de tarihsel bir ön kabuldür. İnsanın bir yaratıcıyı araması ataların bir dayatmasıdır. Tek başıma bir adada doğsaydım, eminim hiç aklıma bir yaratıcıyı aramak gelmezdi”
Geri kalan yaklaşık yarısı da, ‘Allah var. Allah vardır, eminim. Bir yaratıcı vardır eminim, Ama bu Allah mıdır? Çok önemli değildir, Allah vardır (büyük ihtimalle), Allah var olsa iyi olur…” gibi cevaplar vermişlerdir.
Bu cevaplar yıllardır yaklaşık yukarıdaki şekilde gelir. Sonra uzun uzun çocukları konuşturmaya çalışırım. Ve kanaatlerin birbirine yaklaştığını görürüm.
Ancak bu seneki cevaplar oldukça radikal bir şekilde değiştiği için bunu yazma gereği duydum.
Bu seneki öğrencilerden neredeyse hiçbirisi ‘Allah yoktur’ cevabını vermemiştir.
En fazla 10 öğrencim, ‘Emin değilim, Bilmiyorum. Olabilir de, olmayabilir de, bilemeyiz…” cevabını vermiştir.
Geri kalanların tamamı, ‘Allah var. Allah vardır, eminim. Bir yaratıcı vardır eminim, Ama bu Allah mıdır? Çok önemli değildir, Allah vardır (büyük ihtimalle), Allah var olsa iyi olur…” cevaplarını vermişlerdir.
Konunun devamında sorduğum sorulara ve onların verdikleri cevaplara bu yazıda girmeyeceğim.
Öğrencilerin geçmiş yıllara nazaran cevaplarının bu kadar radikal şekilde değişmesi anlamlı mıdır değil midir? Bunu uzmanlarına bırakıyorum.
Ancak, Mustafa Özbaş hocamın yaptığı değerlendirmeye katılmadan geçemeyeceğim: “Pandemiyle birlikte hepimiz (çocuklar, gençler de dahil), bir nefesimize dahi hakim olamayacak derecede kırılgan olduğumuzu yakından hissettik. Duanız olmasa rabbim sizi neylesin, ayetini, ihtiyaçlılık, bağlılık, bağımlılık durumu (yaratıcıya) ile açıklamak lazım. İnsanoğlu kendini müstağni (yeterli) görünce azgınlaşır, Allah’tan da bağımsızlığını ilan eder. Halbuki O’na muhtaçlık hiç bir zaman bitmeyecektir. Anne-babamıza biter, O’na bitmez. Yaratan O, canımızı yaşatmak için (göbek bağıyla sürekli anneden beslenircesine, O’na göbekten bağlı, bağımlı olduğumuz gibi) toprak anaya göbekten ve göğsünden bağlı ve bağımlıyız. Yaşamımızı sürdürmek için ihtiyaç duyduğumuz şeyleri yaratan da O, yaşatan da O’dur.
Canı/yaşamı veren O olduğu için, canımız, hayatımız, bedenimiz arızalandığında (salgın/covid/pandemi de buna dahil) yaşamı veren kaynağa yöneliyoruz ve ”ne olur verdiğin yaşamı tamir et/şifa ver, biz tek başımıza üstesinden gelemiyoruz”, dercesine O’na yöneliyoruz. Ve tabi bundan daha doğal (doğamıza uygun) bir şey de olamaz. “
Tüm yaşam tempomuzu, yaşam tarzımızı güçlü bir şekilde etkileyen/ değiştiren küresel bir felaketin, çocukların ve gençlerin düşünce ve inanç dünyasını etkilememesi düşünülemezdi.
Umarım bu etki, insanın hemcinslerine, diğer canlılara ve doğaya karşı konumlanışını ve tutumlarını da köklü bir şekilde ve kalıcı olarak etkiler.