Derin Maarif’in bir önceki sayısında kaleme aldığımız “insan” konusuna devam etmeyi planlarken bu sayının kapak konusunun yabancı dil eğitimi olması yazı konumuzu da tabiatıyla değiştirdi. Uzun bir dönemden beri İngilizce öğretmeni olarak yer aldığım eğitim camiasında edindiğim tecrübelerle lisansüstü çalışmam ve özel/tematik okumalarımla kesbettiklerimi hali hazırda sahip olduğum perspektiften değerlendirmeye çalışacağım. Bu yönüyle bu yazı özelde dil eğitimi/eğitim konulu gözükse de genel anlamda “yaşam ve düşünce biçimi” bakımından mevcut küresel düzenin bir eleştirisi olarak değerlendirilebilir. Zira olay ve olgulara bütüncül bakmadan, bütünden parçaya yönelik anlam arayışı içinde olmadan günümüzde hiçbir sorunun çözümü mümkün gözükmemektedir.
Yaşadığımız çağın tam bir sorunlar yumağı olduğu herkesin malumudur. Belki bu her çağın insanının seslendirdiği bir olgudur. Hayatın olduğu yerde sorunların olması muhakkak ki kaçınılmazdı(r). İlk insan Hz. Âdem ve Havva ile başlamadı mı zaten sorunlu Dünya maceramız? Canlılık varolaberi “birlikte çokluk/çoklukta birlik”ten oluşan, tikeller tümeli, yaşayan tek bir organizma olduğu iddia edilen Dünya, sahip olduğu tüm güzelliklerin yanında maalesef ki olumsuzluklara da şahitlik etmektedir. Dünya üzerinde “sorun” olarak kabul edilen her şey bu bütünün bir parçasının arızasından başka bir şey değildir. Ya da daha doğrusu o parçanın arızasını bütünü göze almadan çözmek asla gerçek çözüm olmamıştır, olmayacaktır. Dünyaya hâkim küresel sistemin varlığından ve işlevinden haberdar olmadan yaşadığımız bu dünyayı ve sorunlarını anlamamız da mümkün gözükmemektedir.
Günümüze hâkim modern dünya görüşü Midas’ın altınlarında olduğu gibi dokunduğu her şeyi çıkar, kazanç ve sömürü meselesi haline dönüştürmekte oldukça mahirdir. Dünya üzerindeki her yaşam alanını ve mevcut her sektörü etkisi ve sömürü çemberi altına alan bu hâkim zihniyetin farkına varıp çemberin dışına kaçmak da sistemin gönüllü kuklaları mesabesindeki insanlar için epey zor gözükmektedir. Konfor tuzaklarıyla, teknolojik oyuncaklarla gözleri boyanmış, kurumsal eğitimle, medya ve iletişim maharetleriyle akılları iğdiş edilmiş günümüz insanı istiyor ki oturduğu yerden birileri eksin, diksin gıdasını önüne getirsin; birileri alsın çocuklarını eğitsin, okutsun, meslek sahibi etsin; birileri gelsin hastalıklarını iyileştirsin; birileri gelsin ne düğü belirsiz suni malzemelerden biçilmiş libasları üstlerine geçirsin… O da kendi edimleri olmaktan çıkardığı tüm bu işlerin yükünden kurtularak zamanı ve hayatı doya doya yaşasın! Ama olmuyor! Ismarlama işler hayatlarımızda arzu ettiğimiz o güzelliği, sağlığı ve huzuru sağlamıyor. Tüm işlerimizi havale ettiğimiz “öteki” icracılar maalesef bizim değil kendi çıkarlarını gözeterek işleri yönetiyor. Sonuç olarak sipariş edip beklediğimiz hayat bizi sadece oyalamaktan öte gitmiyor. O eğitsin diye başkalarının ellerine teslim ettiğimiz çocuklarımızın hali pürmelali; bizi doyursun, beslesin diye başkasının gıda diye önümüze sunduğu gıdamsı(!) şeyler; o güya bizi iyileştirecek diye yuttuğumuz renkli renkli zehirler; hiçbiri hiçbir yaramızı sarmıyor. Hangi sektörde olursa olsun gıda, ilaç, sağlık, eğitim, ekonomi ve sosyal hayat fark etmiyor, modern dünya görüşünün söylem ve argümanlarıyla oluşturulan hiçbir yol ya da yöntem sorunları çözmemize yardımcı olmuyor, olamaz. Hayat tarzımızı değiştirmeden mevcut durumu değiştirip sorunları çözmemiz pek mümkün gözükmüyor. Bütün bunlar kıyısında durduğumuz topyekûn bir umutsuzluk girdabına kendimizi atalım demekten daha ziyade şavkı yüzümüze vuran bu ateşten uzaklaşmamız gereğine birer işarettir.
Bu sistemdir okullardaki kurumsal öğretimle eğitimi abluka altına alan; bu sistemdir insanı birer Oblomov’a dönüştürüp akıl nimetiyle diğer canlılardan daha üstün olduğunu vehmettirip hedonist zincir ve tasmalarla gururla dolaştıran; bu sistemdir aklıyla övünen zavallı beşeri aklını kullanmayan birer ne idüğü belirsiz otomata dönüştüren; bu sistemdir sadece aklını değil konformist tuzaklarla bedenini de ıskartaya çıkartan; bu sistemdir yanlış olduğunu bile bile sistemin çarkını döndüren bir fert olmaktan öte gidemeyen insan profili çizen; bu sistemdir yanlış olduğunu, fayda vermediğini gördüğü halde insanı sistemin tüm aygıtlarına sıkı sıkıya bağlayan; “yavaşça” sistemden çıkıp tam bir iyilik halini bulmak yerine “hızlı” sözümona çözümlerle(!) aklını ve bedenini uyuşturarak sağlık, afiyet bulacağı vehmiyle insanları duçar eden!
Dünyanın iyiliği için düzenin tutsağı okul mezunlarına değil küresel sistemin çıkmazlarından kaçan ve çözüm arayan insanlara ihtiyaç vardır. Bunun için de okullu değil eğitimli insanlara ihtiyaç duyuyoruz ama ne garip ve fasit bir çemberdir ki bu sistem aklını kullanan, eleştirel düşünen fertler yerine sistemi ikame edecek bireyler yetiştirmeye teşne bir düzen kurduğu için mevcudiyetini her yönden sağlama almış bir şekilde sistemden çıkışın tüm kapılarını da kilitlemiş gözükmektedir. Sistemden çıkış bu gerçekten “eğitimli” fertlerle olacaktır ancak bu gerçekten “eğitimli” insanların, sistemin bir parçası olan insanlar arasından çıkmasını beklemek de -en azından şimdilik- nafile bir umut olarak görülebilir. “Eğitimli” insan yokluğu çözümü mümkün kılacak verileri kullanmayı imkânsız hale getirmektedir. Çağımızın genel anlamda tüm sorunlarının çözümsüz kalmasının temelinde bu girift girdap yatmaktadır. Haz ve hızza dayalı, konformist, hedonist birer Oblomov olan günümüz insanı hızla bir oradan bir bu yana savrulurken işte bu meşum girdabın içinde savrulduğunun maalesef ki farkında değildir, bilakis o, modern hayatın şaşaalı dehlizlerinde mutluluk ve huzur arayışıyla biteviye mutluluğun peşinden koştuğunu ve mutluluğu yakalayabileceğini sanmaktadır. Günümüz insanı bunun bir “tavşan kaç tazı tut” oyunu olduğunun farkına varmadıkça ideal yaşamı bulamayacaktır.
Neden olmuyor? Genel anlamda eğitimde özel anlamda da dil eğitiminde neden arzu edilen seviyelere ulaşamıyoruz? Yoksa söylenildiği gibi okul eğitiminin bir dersi haline dönüştürülen ne varsa onu kaybediyor muyuz? İngilizce de başarısızız da diğer derslerde çok mu başarılıyız? PİSA kriterleri ve sonuçları ortada! Nobel bilim ödüllerini alan bilim adamı sayımız bir elin parmaklarını geçmiyor! Neden müntesibi olduğumuz bu güzel dinin münevverleri bin yıla yakın bir zamandır etrafa nur saçamıyor? Soruları çoğaltmak acılarımızı derinleştirmekten ziyade işe yaramıyor.
Modern küresel düzenin bize janjanlı ambalajlarla sunduğu yaşam biçimini ve netameli uygulamalarını fark etmedikçe çözüme yaklaşmak ve ulaşmak elbette zor olacaktır. Etkisi ve tahakkümü altına aldığı tek bir alan, tek bir sektör bırakmayan bu sistem kendi düşünme biçimini destekleyici nitelikte dil eğitimini de diğer alanlarda olduğu gibi kendi tasallutu içine almıştır. Bugün dünyaya hâkim kılınan İngilizce öğrenme ihtiyacı(!) kültürel bir değer olmaktan ziyade finansal bir zorlamadır. Önce bu gerçeğin ayırdına varmamız gerekiyor. Mevcut küresel sistem varlığını “İngilizce” dili vasıtasıyla dillendirdiği söylem ve argümanlarla devam ettirebilmektedir. Bu düzen, kurbanlarını bir de bu “dil” üzerinden avlamaktadır. Bu minvalde İngilizce öğrenme edimini doğal seyriyle gerçekleşen bir öğrenme ya da dil edinme eğilimi olmaktan ziyade sistemin bir parçası olmak ve hep sistem içinde kalmak için dayatılan bir zorunluluk olarak rahatlıkla değerlendirebiliriz. Dilbilimci-yazar Alastair Pennycook’un da altını çizdiği gibi, İngilizce’nin bu denli yayılması, “değişen küresel ilişkilerin rastlantısal, ek bir sonucu değil, İngilizce konuşan ülkelerin kendi politik ve ekonomik çıkarlarını korumak ve geliştirmek için uyguladıkları kasıtlı politikalarının sonucudur”. Alev Alatlı da benzer şekilde bugün Dünya’ya hâkim olan düzeni Anglo-sphere/İngilizce konuşan Dünya olarak niteleyerek aynı gerçeğe işaret etmektedir: “Önemli olan dil değil o dille varmak istediğiniz hedeftir.”
İngilizce dil öğretiminde merkez ülke konumunda bulunan İngiltere ve USA gibi ülkeler kendileri dışındaki ülkelerin dil eğitimlerini de abluka altına almış, kendi istek ve çıkarları doğrultusunda yönlendirmektedirler. Yurt dışından ithal edilen, İngiltere ve Amerika kökenli İngilizce öğrenim gereçlerinin bizim kültürel kodlarımıza uymadığı bir yana, yıllarca Türkiye’de kalmış olsalar dahi, yabancı uzmanların Türk öğrencilerinin düşünsel yapısı ve dil öğrenim “dram”larını iyi bilemeyecekleri de açıktır. Son yıllarda ders kitaplarına kendi kültürel unsurlarımızdan parçalar enjekte edildiğine rastlıyoruz ama işin ruhunu düzeltmeden bir iki kelime ve kültürel öğeyi ders kitaplarına iliştirmek kâfi gelmiyor. Ayrıca ders kitaplarının ekseriyeti hâlâ muhatabın bir Türk olduğunun, farklı bir dil aile grubundan bir öğrenci kitlesi olduğunun farkında değil!
Dünyaya hâkim olan işleyişi kavradıktan sonra bütünden hareketle ve onunla uyumlu olarak parçaların ıslahına gidilebilir. Bu noktada da mevcut dil eğitiminin hâlihazırdaki aksayan yönlerini masaya yatırmak faydalı olacaktır. Modern bilimsel düşüncenin sadece işin görünen kısmına bakmamızı salık verdiği şekilde meseleye baktığımız zaman modern kurumsal eğitimin pratikteki enstrüman ve argümanlarıyla durum değerlendirmesi yaptığımız takdirde önümüze bir sürü veri dökülecektir: yanlış metodoloji, eğitimin “zorunlu” kılınması nedeniyle özgür niteliği haiz olmayan bir eğitim sistemi, Türkçe ile İngilizce’nin farklı dil aile gruplarında olması, akademi ve alan arasındaki uyumsuzluk ve bunun neticesinde dil öğretimine başlamada yanlış zaman tespiti, yanlış materyal seçimi, öğrencilerin dil seviyelerine uygun sınıf oluşturulamaması, haftalık ders saatinin azlığı, dışa bağımlı kitap ve materyal seçimleri vs. Bu konuyla ilgili ayrıntı için Derin Maarif 2. sayı Kasım-Aralık 2018’deki ilgili yazımıza bakılabilir. Hâlihazırdaki bu sayıda sorunun tespitine ilişkin ayrıntı yerine farklı bir bakış açısıyla çözümün mümkünlüğüne odaklanılmıştır.
Avrupa’da aristokratik bir fantezi olarak ölü bir dil olan Latince öğreniminde kullanılan okuduğunu anlamaya yönelik, dil öğretmeyen/dil hakkında öğretmeyi amaç edinen dil öğretim yöntemi batıda ne varsa güzeldir saplantısıyla sorgusuz sualsiz alınmış ve ülkemizde uygulanmaktadır. Özelde İngilizce genel anlamda yabancı dil eğitiminde ta Osmanlıdan günümüze dek süren eğitimde, hâlâ çeviri metodunun etkisini koruduğu görülmektedir. İster yanlış yönteme takılı kalmak isterse ideal yöntemi bildiği halde uygulama fırsatı bulamamak olsun dil eğitiminde metodolojiye ilişkin aksaklıklar yabancı dil eğitiminde en büyük başarısızlıklardan biridir.
Her ne kadar plan ve programlarda temaya yönelik eklektik bir yöntem uygulanması gereği ortadayken bunun çok fazla uygulanmadığı da gözlemlenmektedir. Ayrıca en etkili dil öğrenimi dil edinimidir. En etkili yöntem “maruz kalma” yöntemidir. Kendi anadilimizi edinirken ne kadar doğal ve verimli bir sürecin içinden başarıyla çıktığımız herkesin malumudur. Ayrıca insan beyni bir dil öğrenme uzmanıdır. Çocukluk döneminde ailesinde birçok dile maruz kalan çocukların birden fazla ana-dil öğrenebildikleri bilinmektedir. Çocukluktaki doğal bir saikle ana dil edinimini yetişkinlikte de gerçekleştirme imkânı maalesef ki yoktur. Dolayısıyla insanların dil edinme becerileri ileriki yaşlarda sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. O yüzden de dil edinme becerilerini nitelerken “yetişkin dil eğitimi/edinimi” demek öyle sanıyoruz ki daha doğru olacaktır. Çocuklukta nasıl anadilimizi öğrendiğimizi ayrıntılarıyla betimleyemesek de anadilimizi edinirken gerçek anlamda o dile, reel bir dil öğrenme ortamına ve sosyal bir ilişki ağına maruz kaldığımız apaçık ortadadır. Dil edinme becerisine tüm insanlar sahipken yani beyin kapasitemiz buna son derece elverişliyken, “yabancı” ya da “ikinci” diğer bir dil öğreniminde başarısızlıkla karşılaşmamız usül bilmeyişimizden, hedefsiz ve yeterince istekli olmayışımızdan kaynaklanabilir. Nitekim pandemiyle birlikte ekranlarda daha fazla zaman geçirmeye alışan gençlerin izlediği film veya dizileri İngilizce seslendirmeleriyle izlemeleri neticesinde telaffuzları başta olmak üzere İngilizce dil anlama ve konuşma becerileri gözle görülür derecede artmıştır. Bu da göstermektedir öğrenci “istediği takdirde” İngilizceye maruz kalma durum ve süresine bağlı olarak dil edinimini gayet güzel ilerletebilmektedir. Bu maruz kalma ortamı sanal ortamdan reel ortama taşınabildiği takdirde en verimli sonuçlar alınması kaçınılmazdır. Ülkemize gelen Suriyeliler arasında en çabuk Türkçeyi çocukların öğrenmesi bir tesadüf olmasa gerektir: Çocuklar her gün sokaktalar, oyun oynamak ve konuşmak zorundalar. Bir de çocuklar kadar cesur olmak, konuşmaktan ve yanlış yapmaktan korkmamak da dil öğreniminde son derece önemli bir role sahiptir. Gerçekten istediğiniz takdirde bu Dünya’da olmayacak bir şey yoktur. Dil öğrenme arzusunu güzel bir hedefle ve uygun metotla birleştirebildiğiniz zaman bu iş tamamdır. Aksi takdirde sonuç fiyasko olacaktır, okullarımızda olan şey de tam anlamıyla budur. Eğitimi derslere indirgenen, eğitime mecbur bırakılan, okulun dört duvarına hapsedilen öğrenciler gerçek anlamda dil öğrenmeyi istemiyorlar ve öğrenemiyorlar! Bu iş bu kadar basit: İşin ucunda sağlam bir hedef yoksa gerçekten öğrenmek istemiyorsanız dil ya da herhangi bir başka öğrenme konusunu öğrenemiyorsunuz!
Yukarıda da değindiğimiz gibi okullarla kurumsal eğitimin bir nesnesi yapılan her ne varsa, mecburi tutulan okul ortamında hakiki anlamda öğrenme açısından “kazanım” değil “kayıp” olmaktadır. Dikte bilgi ve eğitime esir tutulan öğrenciler özel anlamda okul derslerine genel anlamda ise öğrenmeye karşı olumsuz tutum geliştirmektedirler. Zorlamanın, baskının olduğu yerde eğitim öğretim olmaz. Kodese tıkılır gibi zorla öğrencilerin okullara mecbur bırakılışı arzu edilen kazanımları maalesef sağlayamamaktadır. Okullarda buna çokça rastlamaktayız. Bunu öğreneceksin diye zorla dayatılan çoğu şeyi öğrencilerin kahir ekseriyeti öğrenmiyor. Eğitimin nesnesi kılınan her ne varsa onu köprüden geçene dek taşımak zorunda olduğu bir yük olarak görüp sırtlanıyor, sınavlarla yükünü boşaltıp elde var sıfır yoluna devam ediyor. Özgürlüğün olmadığı yerde öğrenme gerçekleşmiyor ister bu İngilizce olsun, Matematik olsun sonuç fark etmiyor. Sonra neden İngilizce Yeterlilik Endeksi’nde (İYE) Türkiye 44 ülkenin içerisinde 43. olmuş diye soruyoruz?
Sorunun farkında olmak ve bilinçlenmek çözüm için elverişli bir çıkış yolu sunar. Holistik anlayışla meseleye yaklaşmak elzemdir. Bütünün içinde bütünün ahengini gözetmeden ya da o ahengi yakalayamadan girişilecek tüm çözüm ve arayışlar güdük kalmaya mahkumdur. Bu yüzden düşünce ve yaşam biçimini değiştirmeden herhangi bir alanda sağlıkla işleyen bir düzen kurmak çok zor hatta imkânsız olacaktır. Nasıl ki doymasın durmadan yesin/tüketsin diyen bir gıda sektörünün; ölmesin ama iyileşmesin de, sürekli ilaca, gıda sektörünün eter tütsülü aurasına mecbur kalsın diyen bir tıp ve ilaç sektörünün kurbanlarıysak eğitimde de önce öğrenme arzu ve merakı iğdiş edilmiş bireyler ihdas edip sonra da bu bireyleri bilgi yükü altında ezen ama hiçbir şey öğretemeyen bir eğitim sistemiyle okulların kurbanıyız. Kurumsal yaşamı “hayatımızın vazgeçilmezi” olarak gördükçe biz sürekli “sorunların” durum tespiti ve “çözümlerin” olasılıkları üzerinde konuşuyor olacağız. Ortamlarımızı düzeltmeden sorunları onları yaratan aynı ortam içinde çözmemiz olanaksızdır.