Çocuklar söz konusu olduğunda aileler ve eğitimcilerin ortak şikayeti; teknolojiyi fazlaca kullanıyor olmaları. Bu kullanımın çoğunluğunu da kontrolsüz oyunlar oluşturunca genç kuşakların gördüğü zarar oldukça büyük. “Eyvah Çocuğum Dijital!” kitabının yazarı Buğra Ayan ile teknolojiyi kullanmada bizden daha ileri olan ‘dijital yerli’ kuşağına karşı sorumluluklarımızı konuştuk.
Canan GÜLEÇ
Öncelikle kitaptaki önemli bir uyarıyla başlayalım; bu kitabı çocuğunuz okumasın diyorsunuz. Aile ve eğitimcilerin bu kitapla kazanımları neler olacak ve çocuk okursa neden çözüm olmaz?
Çocukların dijital kullanımının krizden çözüme dönüştürülmesi sürecinde ailenin rolü çok önemli. Kitap da olaya bu açıdan yaklaşıp aileye hitap ederek yazıldı. Tüm uygulamalar aile ile beraber yapılıyor. Eğer çocuk tek başına bunları yapmaya çalışırsa olayın bütünlüğü sağlanmıyor ve dijital bir kriz olarak kalmaya devam ediyor.
Kitabın adındaki “eyvah” noktası nedir? Çocuğum dijital diyeceğimiz tehdit belirtileri nelerdir?
Aslında “eyvah” kelimesi biraz da popüler kültürdeki durumdan dolayı kullanıldı. Çocukların dijital kullanımı eskiden beri “eyvah” diye başlayan cümlelerle tanımlanıyor, haberlere konu oluyor. Bu biraz o kullanıma da gönderme. Aslında eyvah denilecek bir durum yok, anlaşılması gereken bir durum var. Çocuğun dijital olması tehdit belirtisi değil, çocuğun içinin nefret veya şiddet ile dolu olması problem. Bu çocuk internete girince de içindeki nefret ve şiddeti oradaki söylemine ve dijital ayak izlerine yansıtıyor. Eyvah denilebilecek nokta da çocuğun nefreti normalleştirmiş olması. Tabi ki sadece çocuk için değil hepimiz için geçerli bu durum.
Bağımlılıkla mücadele noktasında önce çocuğumuzun “dijital yerli” olduğunu kabul etmek ve onların karşısında göçmen durumunda kaldığımızı kabul etmemiz gerek sabırım. Dijital yerli olmak tam olarak ne demektir? Her dijital yerli aynı zamanda teknoloji bağımlısı mıdır?
Dijital yerli farklı şekillerde tanımlanıyor ama genel olarak dijital yetilerin içine doğan ve bu yetilerini kullanabilen kişiler için tanımlanıyor. Bağımlılık çok daha farklı bir konu. Orada internet endüstrisinin geliştirdiği mekanizmaların kullanıcıyı ürünleştirmesi ve hayatını kontrol etmesi işe giriyor. Bunu bir film izleme platformu 60 yaşında birine de yapabilir, bir mobil oyun 13 yaşındaki çocuğa da. Nispeten önemli olan şey dijital yetileri bilinçli kullanabilmek.
TELEFON KULLANAN ÇOCUK GERÇEKTEN ZEKİ MİDİR?
Kitabınızın adından sanki “eyvah” dediğimizde çocuğumuzu kurtaracağımız önerileri yazmışsınız gibi anlamıştım ama okuduğumda şu gördüm; henüz bebek anne karnındayken bile telefonla temasımızı en aza indirmemiz gerekiyor. Ancak aileler bebeklerinin telefona temasını bir zeka ya da beceri pırıltısı olarak yorumluyor. Bu yanlış çocukların teknoloji bağımlılığında ne kadar etkili?
Evet özellikle 4 yaş öncesinde olabildiğince çok ekranlardan uzak tutmak önemli. Bununla ilgili kapsamlı raporlar var birkaç durum fazla ihtisas gerektirmeden de görülebiliyor. Bunlar kısaca; radyasyon sorunu, üç boyut yerine iki boyutlu görüntüyle temas, göz temasını kurmayan sanal karakterler ile temas diyebiliriz. Ailelerin bakışı günlük hayattaki problemin dijital bir izdüşümü gibi görülebilir. Aslında zeki olan çocuk değil de o telefonu bir maymunun bile kullanabileceği şekilde tasarlayan tasarımcılar, mühendisler. Instagram’da gezen maymun videosunu arattığınızda görebiliyorsunuz. Umarım aile bunu öğrendiğinde geç olmaz.
HEM TEKNOLOJİDEN KORUYORUZ HEM DE TEKNOLOJİYLE KORUYORUZ
Son yıllarda çocuklarımızın güvenliği için giyilebilir teknolojilerden faydalanıyoruz; onları korumak için teknolojiyi kullanırken onları teknolojiden korumaya çalışmak bir kısır döngüye dönüşür mü?
Giyilebilir teknolojiler için dediğiniz ironik durum çok doğru. Bir çok hukuksal ve psikolojik sorunu beraberinde getirecek. Bir yandan da sağlık kalitesini artırabileceği için tercih edilecek. Yaşamdan görmek çok zor. Bildiğimiz şey, geliştirilen her giyilebilir teknolojinin kişinin davranışlarına da etki edebildiği.
Çocukların, gençlerin ekrana bağımlı olmasındaki motive unsurları genelde nelerdir?
Sürekli kâr etmek isteyen şirketler. Çocuk veya büyük fark etmiyor. Onun daha çok nasıl vaktini çalabilirim diye düşünüyor. Gelişen makine öğrenmesi teknolojileriyle de artık onu ondan iyi tanıyabiliyor. Örneğin şikayet edilen ve “remarketing” olarak bilinen durumu ele alalım. Siz bir bebek bezi arattığınızda her yerde bebek bezi reklamı görebilirsiniz. Bu sizi rahatsız edebilir. Asıl bilmediğiniz kısmı ise bebek bezi aratan kullanıcıların arattığı diğer şeyler, örneğin bebek maması, reklamı da göreceğiniz. Yani endüstri sizin aklınıza gelecek şeyi, size benzeyen insanlar sayesinde sizden daha önce bilebiliyor.
BALİNA AVCILARININ HEDEFİ ÇOCUKLAR
Balina avcıları yeni oyunları için çocuklarımızın peşine düşüyor, çocuklarımız oyun oynarken balina olduklarının, hedef seçildiklerinin farkında mı?
Değiller ve sistem de bundan güç alarak büyüyor maalesef. İşin kötü tarafı yapılan bir erişim engeli, çocuklar için merak unsurunu devreye alıp, erişim engeli konulan içeriğin daha çok ilgi görmesine sebep olabiliyor. Burada internet kültürünü ve bu kültürün kodlarını çok iyi okuyup hamle yapmak hayati önemde.
Aile ve eğitimcilerin empati ve menkıbe fabrikasını uyumlu bir şekilde kullanabilmesi gerekiyor. Bunu yapabilmek için kendilerini nasıl yetiştirmeliler? Hangi anlatımlar ve yaklaşımlarla başarılı olabilirler?
Çocuğun evrenine girmeleri gerekiyor. Bol bol dinlemeleri, hatta öğrenmeleri. Bilgi, eskisi gibi yaşı büyük kişiden küçük kişiye geçmiyor. Ben bu kadar teknolojinin içinde olmama rağmen 2000 doğumlular ile ilgili bir çalışma yaptığımda doğrudan o kuşaktan kişilerden destek alıyorum. Dolayısıyla ailenin de yeni şeyler öğrenebileceğini mutlaka bilmesi gerekiyor. O zaman köprü kuruluyor ve çocuk dijital dünyadaki yaşantısını paylaşmaya başlıyor. Bu siber zorbalık vakalarında da çocuğun olanları ailesine anlatması için büyük öneme sahip. Olumsuz olan yaklaşımlar ise, “Bizden iyi mi bileceksin!” , “Sen ne anlarsın!” tarzı artık klasikleşmiş kötü örnekler.
Çocukları teknolojik oyunlardan tamamen mi uzak tutmalıyız? Fayda zarar dengesini nasıl sağlayabiliriz?
Aslında burada birkaç senaryo var. Eğer çocuk hiç oyun oynamıyorsa, oyuna başlatmanın fazla bir mantığı yok ama eğer oynadığı oyunlar varsa bunu dikkatlice analiz edip yavaş yavaş süreyi minumuma getirmek faydalı olabilir. Fayda zarar dengesinde en belirgin olan şey o oyunun çocuğun hayatına etkisi. Eğer oyunlar onun fiziksel çevresi ile olan etkileşimini etkilemeye başladıysa, yemek ve uyku düzenini bozmaya başladıysa artık kontrol kendinden çıkmış diyebiliriz. Bu noktada da kitaptaki metadoloji ile yaklaşıp krizi çözmeye çalışmak gerekiyor.
YAPAY ZEKAYLA KİŞİYE ÖZEL EĞİTİM
Profesör Andrew NG’nin dediği gibi yapay zeka elektrik misali her yeri sardığında eğitim dünyasında nelerin değişeceğini öngörmektesiniz? Bu gelece çocuklarımızı hem yapay zekayı yadsımadan ve bağımlı da olmadan nasıl yetiştireceğiz?
Aslında yapay zeka işin öğretim tarafına çok hızlı giriyor fakat ilham vermeyi de barındıran eğitim kısmına kolay kolay giremiyor. 2030 sonrasındaki üçüncü yapay zeka dalgasında ancak ilham veren robot öğretmenlerin geliştirilmeye başlanacağı konuşuluyor. Fakat öğretim kısmında elbette yapay zeka oyunu kontrol altına alacak. Çünkü mevcut eğitim semantik değil. Kişiye özel değil. Oysa makine öğrenmesi algoritmalarıyla eğitimi kişiselleştirebiliriz.
Biraz daha açmak gerekirse Kars’taki bir çocuğa fizik kanunlarını öğretmek istediğimizde onun yaşadığı coğrafyanın şartlarına göre örnekleri hesaplayan yazılımlar geliştirilebilir. Hatta bu öğrencinin ailesinin mesleği, sevdiği filmler, kitaplar gibi bir çok parametreyi de alıp eğitimi tamamen ona özel örneklerle yapabiliriz. Dil eğitimini kendi evreninden örnek cümlelerle hızlandırabiliriz. Çocukların yetiştirilme kısmı yine aynı yere çıkıyor aslında. Teknolojiyi anlamaları ve içselleştirmeleri ile mümkün olacak. Sandığımız kadar zor olacağını sanmıyorum.
Kitabınızda hayal gücünden ve çocuğun durma güdüsünü korumaktan da söz ediyorsunuz. Hayal gücü desteklenen bir çocuk için teknoloji ne ifade eder?
Her çocuk için farklı diyebilirim. Ama felsefi konuşmalarda her süper kahramanın aslında çocukluğundaki “tapınağına” dönmek istediğinden bahsedilir. Burada tapınak ile sembolize edilen çok mutlu olduğu, hayallerinin sınır tanımadığı o mekan ve zaman. Çünkü çocuk zamanla oradan kovulur ve kahraman olunca da oraya dönmek ister. Çünkü orada tekrar hayallerine kavuşacaktır. Teknoloji de belki bu tapınağa giden yoldaki bir taşıt olabilir.
Çocuğun teknolojiye olan ilgisinin üretime dönüştürülmesini öneriyorsunuz, bu yaklaşımın etkili olması çocuğun aile çevresinin de buna hazır olması gerekir mi?
Elbette. Aksi takdirde çocuğu kaosa dahi sürükleyebilirler. En büyük problem de kendi televizyon bağımlısı olan bireylerin çocuğun oyun bağımlılığı üzerinden onu ve neslini ötekileştirmeleri. Dikdörtgen kutunun üstünde yazan marka isimleri değişince problemin derinliği kaybolmuyor.
“SİBER ZORBALIK BİR TÜR VİRÜS GİBİ OLABİLİYOR”
Mavi Balina, Mariam, Mommo siber zorbalığın görünen yüzü ve çocuklarımızı korumak için hem programlar hem de öneriler mevcut. Peki bu zorbalığa uğramış bir çocuğun teknoloji ile sağlıklı ve üretken bir ilişki kurması için ne yapmalıyız?
Ben teknik yönden cevaplayayım. Alanında uzman psikologlar kendi bakış açılarından daha iyi cevaplayacaktır. En büyük sorun siber zorbalığa uğrayan birinin de başka birine bu zorbalığı yapması. Siber zorbalık bir tür virüs gibi olabiliyor. Bu açıdan o çocuğun öncelikle zorbalık yapan kişinin aslında ne kadar güçsüz biri olduğunu anlaması gerekiyor. O zaman güçsüz birini taklit etmeye çalışmayacaktır. Bunun için bilgilendirici yayınlar, benzeri çalışmalar yapılabilir. Ardından da güçlü olmak için zorbalık yapmak değil, üretmek paylaşmak gerektiğini yaşayarak görmeli. Belki bu zorbalığa uğrayan kişilere çeşitli dijital yeti eğitimleri verilerek bu sağlanabilir.