Yeryüzünde yaşayan –neredeyse- herkesin hiper bağlantıda olduğu bu teknoloji çağında, yeni neslin çağa kolayca ayak uydurabilmesi ve bilişim sektöründeki yenilikleri takip edip yaratım sürecini hızlandırmak amacıyla oluşturulan yeni bir eğitim modeli olarak sunulur STEM eğitimi.
“Fen, teknoloji, mühendislik ve matematik gibi dört önemli disiplinin iç içe kullanılarak yeni bir ürün ortaya koymak amaçlı uygulanan bir sistemdir” diye belirtilir.
Buraya kadar yaptığımız tanımlamalarda tabi ki bir sıkıntı yok. Gayet ideal amaçlarla ve yine, gelişmiş ülkelerden olduğu gibi ithal ettiğimiz bu model, gerçekten çocuklarımızın üretimlerinde çığır açacak mı?
Yaratımlarına yeni yorumlar getirecek mi?
Ya da şu ana kadar yapılan uygulamalarda, ciddi bir fark görüldü mü? Asıl sorgulamamız gereken sorular bunlardır.
Her alanda olduğu gibi yine ticaret-kâr sisteminin içine hapsolan bu eğitim modelinin de, kendi eğitim sistemimize yoğun ve bir nevi mecburi olarak dayatılması, olumlu edinimler yerine tamamen tepkisel ve olumsuz sonuçlar almamıza sebep olma ihtimali oldukça yüksektir.
Çünkü öğrenmenin temeli “sevgi ve meraktır”. “Beyin duygusal bağ kurmadığı hiçbir şeyi kalıcı olarak öğrenmez!” Dayatma şeklinde verilen eğitimlerden elde edebileceğimiz tek şey ezberdir. Ezberin dijital çağdaki karşılığı da” kopyala- yapıştır” sistemi olduğu için çocuk sadece kendisinden isteneni yapar. Hazır olarak verdiğiniz yönergeyi takip ederek sadece aynı veya benzer sonuca ulaşır. Bilinene, denenmiş olana…
Halbuki çocuğun merakı uyandırılıp heyecanı canlı tutulabilirse, çevresindeki varlıklara merak dokunuşu yapabilirse asıl öğrenme orada başlar. Ve herhangi birinin yönergesine ihtiyaç duymadan, ortaya çıkaracağı sonuçlar tahayyül bile edilemez. Çünkü çocuklar doğru karar vermeyi direktifleri izleyerek değil, sürekli farklı kararlar vererek öğrenirler.
Bunun için tonlarca malzemeye ihtiyacı da yoktur. Robotik malzemeleri üretmesi için hazır kitler vereceğinize, açık havaya çıkarmanız yeterlidir. Önüne bin bir çeşit hazır malzemeyi sunup “yap” diyeceğinize, bir orman keşif yürüyüşüne, yanınıza atıştırmalık yiyeceğinizi de alarak birlikte çıkmanız yeterlidir.
Çünkü STEM eğitimi bu topraklarda kimselerin bilmediği bir eğitim modeli değil, aksine yıllar önce annenizle birlikte minik ellerinizle açtığınız hamurdur. Oynamak için bahçeye çıktığınızda karıncaları görüp, bir koşu eve gidip “acaba ne yerler” diye düşünerek elinize alıp kaçtığınız kırıntılardır. Arkadaşlarınızla birlikte oynadığınız gölgeye basma oyunudur. Güneşten veya yağmurdan korunmak için inşa ettiğiniz küçük barınaktır. Çok hoşunuza giden deniz kabuklarını, taşları biriktirdiğiniz kutunun içidir o eğitim. Hani yıllar önce “Aaaaa ne güzel oldu” diyerek şaşkınlıkla büyümesini izlediğimiz o küçük fasülye var ya,işte o’dur tam olarak.
Eğitim dediğimiz olgu fark etmeyle başlar… Merakla ilerler. Ve size gördüklerinizden, hissettiklerinizden bir deneyim bırakır.
Kim? Kimdi? Ne oldu? Ne oluyor? Nerede? Neredeydi? Nerede olacak? Nasıl çalışır? Neden bu şekilde ilerliyor?
Bu sorulardadır meraklı dokunuşları harekete geçirecek sihir!..
Yoksa hazır halde ailelere, eğitimcilere sunulan kitlerde değil! Yalnızca sıraya dizilmiş yönergeyi takip ederek çocuk hayatıyla ilgili bir bağ kuramaz. Bağ kurmadığı şeyle asla ilgilenmez. Eğer mecbur tutulursa, ya ailesinin egosal alkışlarını hak etmek için, ya öğretmeninin gözüne girmek için ya da sadece not almak için yapmıştır. Yapmıştır ve orada bitmiştir. Dijital ekran onun için sadece oyun oynayarak zamanını eğlenceli haline getirdiği bir araçtır aslında. Fakat bu şekilde dayatılan ekran önünde çalışma eylemi, onun daha fazla oyunla zaman geçirmesine zemin hazırladığı gibi, dijital bağımlılığına haklı bir sebep olarak da, kurtarıcı rol bile oynayabilir. Çünkü ailesi, çocuğunun hem okul hem de sistem tarafından alkışlanacak bir iş başarmasını hem takdirle karşılayacak hem de artık ekran sınırlamasına bile ihtiyaç duymayacaktır. Bu da çocuğun daha çok bağımlı olması ve açıkçası kendi keyifli dakikaları için herkesi sepete koyması anlamına gelir.
Bir çocuğun yıldızlarla ilgilenmesi için, uzay haftası olarak belirlenen günlerde bir salona 350 öğrenci tıkarak yıldızları öğretemezsiniz. Aksine nefret ederler… Ama o çocuklarla, güzel bir havada ister arka bahçenize ister bir çadırla yakın doğal bir alana giderek yıldızların altında uyumasını sağlayabilirsiniz. . Gece doğanın sesini dinleyerek uyuduğunda kendisinden çok daha büyük bir sistemin var olduğunu ve orada yapacak çoook şeyin olduğunu hissederek dalar uykusuna. Sabah günaydınınız bir kuş sesiyle olduğunda, o kuşu merak etmesini sağlayabilirsiniz. İşte tam o anda, o kuşu nasıl görebileceği, sesini daha iyi nasıl duyabileceği, hangi yönü takip ederse ona yakınlaşacağını, önünde engel varsa onu nasıl geçeceğini kendi bilişsel gücüyle sadece merakını ateşleyerek yaptığı için, ona soyut kavramlarla kodlama yaptırmaya uğraşmayacaksınız. O kodlamanın en hasını o açık alanda kendisi yapacaktır zaten.
Merakı harekete geçirilmiş, gerçek ortamda gerçek eylemleri ve dokunuşlarıyla hayatı deneyimlemiş çocuk için, bilgilerini sanala aktarıp orada tekrar deneyimlemesi hakikaten çocuk oyuncağıdır. Bir nevi gerçeğin sanal formülasyonunu yapmış olur. Ve işte bu bileğinin hakkıyla ulaştığı gerçek başarıdır
İşte bu sebeple STEM, kodlama, maker gibi modellerle, sistemin bizden istediği robotik işleri yapabilen robotik çocuklar yetiştirmek yerine, çok daha iyi, çok daha yararlı ve çok daha değerli sonuçlara ulaşabileceğimiz, açık havada eğitim modelleri üzerinde yoğunlaşarak, kalıplardan çıkarılmış özgür çocuklara zemin hazırlayabiliriz. Bizim hamurumuzda bir kodlar zaten yazılı… Hep vardı… Sadece keşfetmemiz yeterli.